T.E.K. Takıntı, Endişe ve Korkuları Önleyici Online Bir Bilgi Paylaşım Programı (Çocuk ve Yetişkin)
Çok ilgi gören yapılandırılmış PERGEL programından sonra...
Devamını oku ->Psiko-onkolog Elçin Biçer
“İnsan, sözcüğün tam anlamıyla, insan olduğu yerde oynar ve o, ancak oyun oynadığı yerde tam insandır.” Schiller.
Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı bir hastalığın ya da engelin yokluğu olarak değil; bütüncül bir yaklaşımla fiziksel, mental ve sosyal olarak toplamda bir iyilik hali olarak tanımlamıştır.
Karanlık ve olumsuzluklarla dolu bir süreci ve kayıpları çağrıştıran kanser hastalığının aniden gelişi, tedavi sürecinde onunla mücadele, sonrasında onunla ya da getirdiği değişimlerle birlikte yaşamaya alışma süreçleri kişiyi çok boyutlu etkileyen sıra dışı bir deneyim. Hastalık sonrası kişi artık, öncesindeki aynı kişi değil. Ve bu ‘yeni ben’e doğru dönüşüm bir günde olmamakta; inişli çıkışlı uzun bir sürecin sonunda gerçekleşmekte. Günümüzde artık herkesin bildiği kanserde sorulan “neden ben?” sorusuna “neden şimdi?”, “neden geldi?/bana nasıl bir mesaj vermek istiyor?” gibi soruları da eklediğimizde, kişinin kendi oyununda kendisini bekleyen dönüşüm yolculuğunun önündeki ışığı/aydınlığı az çok görmeye başlayabiliriz.
Kanser; biyo-psiko-sosyal bir canlı olan insanın sadece bedenini değil, ruhsallığını, ilişkilerini, hayallerini, geleceğini hatta geçmişini dahi etkileyecek derecede güçlü bir yaşam deneyimidir. Bir kişi kanser tanısı aldığında, şok/inkar/öfke/depresyon/pazarlık/kabullenme süreçlerinden geçedururken bir yandan da bedeninin konuştuğunu duymaya, anlamaya; psikolojik dünyasında yani kendi içinde, zihninde, kalbinde gerçekten olanları görmeye; sosyal hayatında, aile ve arkadaşlık ilişkilerindeki yıllardır süregiden, durmadan tekrar eden ‘tıkanıklıklar’ı fark etmeye başlayabilir. Kendi bedeniyle, gelecek planlarıyla, yaşam kalitesiyle verdiği mücadelenin yanı sıra, hastalığına sevdiklerinin ve çevresinin verdiği/vermediği tepki ve destek de kişinin kendi yaşam sahnesinde kendisini ve izleyicisini şaşırtan açılımlarla işlenebilir. Kimilerine göre kendi oyunlarımızdaki karakterlerin ‘gerçek’ yüzlerini kimilerine göre de hayatın ‘gerçek’ yüzünü sarsıcı bir şekilde görmeye başlarız.
İnsanın kendini, başkalarını ve dünyayı algılayışında köklü değişiklikler yapma gücüne sahip olan kanser deneyiminde; kişi gündelik hayatında beslenmesinden, hijyene kadar her şeye detaylıca yaklaşırken yine günlük hayatta hakkında çok konuştuğumuz mutluluğun aslında ne olduğuna, yaşamın anlamına dair bu kez derinlemesine düşünme fırsatı da yaratır kendine. Ve insan, bu soruların cevaplarını ‘kendisiyle kurduğu ilişki’ üzerinden verir. Şimdiye kadar kendisine nasıl davrandı, başkaları ona nasıl davrandı; fedakarca ne kadar verdi, hakkı olanı ne kadar alabildi; uslu ve iyi bir çocuk olmak adına ya da hanımefendi bir kadın/beyefendi bir erkek olmak adına haksızlığa uğradığında, kırıldığında, üzüldüğünde, öfkelendiğinde ne kadar ifade edebildi, ne kadar duyulabildi; neşelendiğinde, sevindiğinde kalıplara, ayıplara, engellere takılmadan ne kadar türkü söyleyip dans edebildi; sevdiğinde, sevildiğinde ne kadar, nasıl anlatabildi, gösterebildi ve görebildi; ve bundan sonra hikayesine nasıl devam etmek istiyor…
İyileşmek ve hastalığın tekrar nüks etmemesi için moralinin iyi olmasına, kaygılarından kurtulmaya, kendi tabirleriyle ‘geniş’ bir insan olmaya ihtiyaç duyar. Aslında kanser, duygularıyla/ruhsallığıyla bedeni/hastalıklar arasındaki ilişkinin varlığına dair bir kanıt sunmuştur. Bedenimizi bir kumbara gibi düşünürsek; içine attığımız, orada sakladığımız, yıllarca taşıdığımız duygularımızın sonunda hastalıklar olarak bize geri döndüğünün bilgisiyle duygularımızı ifade etmenin uygun yollarını keşfetmenin, insanın kendisine hak ettiği değeri vermesinin, sevdiklerinden koşulsuz sevgi, saygı ve kabul görmesinin iyileştirici hatta hastalıklara karşı koruyucu olduğunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Etkili bir iletişim diliyle kendini anlatmanın sihirli sözcüklerini bulmak ve sihirli bir mektuba dökmek, anlatılması güç duygularda şarkılar, türküler mırıldanmak, hiç olmazsa kederini, nefretini, hüznünü, umudunu ve daha pek çok şeyi örgüsüne, kaneviçesine, danteline, resmine, saksıya diktiği çiçeğe aktarmak da kumbaraları ferahlatmanın yollarından olabilir.
Sanat odaklı psikolojik destek gruplarıyla, Huizinga’nın dediği gibi, yaşamın enerjisinin fazlalığından kurtulma fırsatı, gevşeme ihtiyacının karşılanması, hayatın insandan talep edeceği ciddi faaliyetlere hazırlık antrenmanı, insanın nefsine hakim olmasına katkı, bir şeyi yapabilmeye veya bir şeyi belirlemeye yenelik kendiliğinden yatkınlığın gerçekleştirilmesi ama esas olarak heyecan, sevinç ve matraklıktan gelen “zevk alma” amacına yaklaşmak mümkündür. İsminin bile ürkütücü olduğu, konuşmak ve yaklaşmaktan kaçındığımız kanseri kendi iç gücünü arttırma ve bir dönüşüm, kendiyle karşılaşma ve iyileşmeye giden bir kapı olarak ele almak; bu konuda sanatın iyileştirici gücünden beslenmek kanserle baş etmeye çalışırken olumlu katkılar sağlar.