Okula Uyum Haftasında Duygular
Okula yeni başlayan çocuklar belki de ilk defa anne babasının yanında olmadığı bir sosyal ortama katılacaklar. Üstelik bu sosyal ortam...
Devamını oku ->Dr. Olcay Güner, Klinik Psikolog
Çocuklarımızı özenle yetiştirdik. Hem de yeni bir eğitim anlayışı ile… Onları eleştirmemeye özen gösterdik. Başaramadıkları şeyleri hiç vurgulamadık. ‘Kendine inan! Sen özelsin! Her şeyi başarabilirsin; Yeter ki iste! ‘ sloganları ile büyüttük. ‘Düşlerini takip et!’, ‘Kurallara uyma, neyle mutlu oluyorsan onu yap!’, ‘Kendine inan ve kendin ol!’ gibi mesajları sadece eğitim sistemimizde değil, aynı zamanda filmlerde, kitaplarda ve müziklerde de konu ettik. Toplumsal kurallar yıkıldı ve adeta birey doğdu.
Kendi yapabilecekleri konusunda fazlasıyla iyimser olarak yetişen bu çocuklar genç oldular. Bu gençler başaracaklarından çok eminler. Ne isterlerse elde edebilecek güçleri olduğuna fazlasıyla inanıyorlar. Kendilerine fazlaca odaklanıp, diğer insanların bakış açılarını düşünmekte zorlanıyorlar. İyi şeyleri hak ettiklerine ve üstün olduklarına inanıyorlar. Eşsiz insanlar olduklarını düşünüyorlar. Hepsi lider özelliklerine sahip, popüler olmayı çok önemsiyorlar. İçedönükleri ‘ezik’ olarak isimlendiriyorlar ve ezik görünmemek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Kendilerinden beklentileri o kadar artmış durumda ki; pek çok alandaki istekleri sektörel ihtiyacı aştı. Çok ünlü olmak, çok para kazanmak, standartları yüksek bir hayat sürmek hepsinin ortak hedefi oldu. Neredeyse hepsi lisansüstü, doktora istiyorlar ama hepsi yapamıyorlar. Çok yüksek maaşlarla çalışmayı hedefliyorlar ama pek çoğu uzun ve zorlu eğitimlerinin sonunda beklentilerine ulaşamıyorlar. Öylesine rekabet dolu bir ortamda büyüdüler ki, ortalamanın biraz üstü bir standarda sahip olabilmek için iki üniversite bitirmeleri, birkaç yabancı dil bilmeleri gerekiyor. Beklentiler yaşam gerçekleriyle uyuşamıyor.
Bir şekilde hedeflerine ulaşmış gibi gözüken azınlık ise, işyerlerinde eski nesil tarafından yadırganıyor. İş görüşmelerinde ilk soru olarak ne maaş alacaklarını soruyorlar. Hiyerarşiden hoşlanmıyorlar. Otoriteyi sorguluyorlar. Üstleri ile arkadaşları gibi konuşuyorlar. Eleştiri kabul etmiyorlar. Rahat giyimleri ve tavırları ile garipseniyorlar. Belirlenmiş çalışma saatlerinden hoşlanmıyorlar. Sonuçta işyerlerinde yadırganıyor, eleştiriliyor ve mutsuz oluyorlar. Bu durumda diğerlerini kendi ihtiyaçlarını karşılayan bireyler olarak gören bu gençler, işler istedikleri gibi gitmeyince de kolaylıkla saldırganlaşabiliyorlar. Karşı tarafı rahatlıkla suçlayan bu gençler sıklıkla iş değiştirmek durumunda kalıyorlar.
Sonuçta şişirilmiş egolar çoğu kez bir balon gibi sönüyor. Yeni nesil savaş, kıtlık gibi ciddi travmalara maruz kalmamıştır. Aksine bilgisayar, cep telefonu, hazır gıda sektörü, elektronik ev aletleri, hızlı ulaşım araçları gibi gündelik yaşamı basitliğe indirgeyen icatlarla yaşamları daha çok kolaylaşmıştır. Daha huzurlu olmaları beklenirken, tam tersine kendilerinden başka şeylere çok az zaman ayıran bu özgür gençlerin yaşam karşısındaki hayal kırıklıkları çok derin olmaktadır. Başarısız olan her deneyimi, egolarına aldıkları derin yaralar olarak algılayan bu gençler kolayca depresyona girebilmektedir. Çağımızda depresyon gençlerin kolayca yakalandıkları bir hastalık haline gelmiştir. Endişe ve hatta agresyon artmıştır.
Peki nerede yanlış yaptık da özgüvenli yetiştirmeye çalıştığımız bu çocuklar ‘depresif’ veya ‘narsistik’ gençler oldular?
Anlaşılan eğitimciler olarak özgüven’i yanlış yorumladık ve çocuklarımıza yanlış bir şekilde aşıladık. Gerçekten özgüvenli olan kişilerin ilişkileri çok iyidir çünkü sadece kendilerine odaklanmazlar. Karşılarındaki bireylerin duygularını farkına varırlar, ihtiyaçlarını önceden kestirirler. Sevilirler ve severler. Başkalarının ihtiyaçları için gerekli durumlarda taviz verirler. Kendilerini çok iyi tanırlar. Güçlü yönlerini bildikleri gibi, zayıf yönlerinin de farkındadırlar. Bizlerse, özgüveni geliştirelim derken narsisimi körükledik. Özgüven hem kendine hem diğerlerine saygı duymayı gerektirirken, söylemlerimiz ve eğitim felsefemizle sadece kendine odaklı bireyler yetiştirdik. İlişkilerinde bile kendi amaç ve hedeflerine aracı olacak kişilerle ilişki kurdular. İlişkileri istedikleri amaca hizmet etmediğinde ise saldırganlaştılar. Suçladılar. Gerçekten sevemediler. Özgüven olumlu ve olumsuz her türlü özelliğimizi tanımak ve buna göre ilerlemekten beslendiği halde, sadece olumlu özelliklerine odaklanan ve kendilerini gereğinden fazla önemseyen bireyler yetiştirdik.
Bundan sonraki eğitim felsefemizi gerek okullarda gerekse aile içinde oluştururken özgüven konusunu doğru yorumlamaya dikkat etmeliyiz. Hedefimiz hem olumlu hem olumsuz özelliklerini çok iyi tanıyan; Becerisiz oldukları konuları da kabullenerek yeri geldiğinde dile getirebilen; çevresindeki bireyleri önemseyen, empati kurabilen; ilişkilerini karşılıklı doyum üzerine odaklayan, sevebilen; toplumun ortak yaşam gereği kabul ettiği kurallardan ürkmeyen, saygılı olmayı demode bulmayan bireyler yetiştirebilmek olmalıdır. Özgüveni yanlış şekilde pompalamak gerçek yaşamla karşılaşan gençleri mutsuz etmektedir. Gerçek yaşamın sınırlı fırsatları, eleştiren yapısı, çoğu kez mütevazı koşulları ‘çok önemli bireyler’ olduklarını düşünen bu gençleri aslında koca bir gruptaki ‘herhangi biri’ oldukları gerçeği ile yüzleştirmektedir. Sonuç olarak bununla baş etmekte zorlanan gençlerde depresyon giderek artmaktadır.
Arkabahçe Psikolojik Gelişim, Eğitim ve Danışmanlık