Neden Her Şey Pozitif ‘miş’ Gibi Davranalım Ki?

Neden Her Şey Pozitif ‘miş’ Gibi Davranalım Ki?
2 Ağustos 2017
Etiketler: ,
Kategoriler: Popüler Makalelerimiz

Klinik Psikolog Ece Albayrak

Neden her şeye pozitif ‘miş’ gibi davranalım ki; hem de hiç de öyle hissetmiyorken? Şimdilerde ‘pozitif düşünün, pozitif şeyler olsun’ önermesi oldukça yaygın. Pek çok konuşmada, yazıda, sözde ‘kişisel gelişim’ kitaplarında, kanallarda pozitif psikoloji adı altında pozitif düşünmenin oldukça vurgulandığını hatta bunu başarmak için de öfkenin, kaygının, üzülmenin bir yana bırakılması gerektiğini söyleyenlerle karşılaşıyoruz. Yaşadığımız zorluklardan sonra her şeyin yoluna gireceğine inanmak elbette ki bize yardımcı olur. Peki ya öfkeyi, kızgınlığı, üzüntüyü bir yana bırakmak?

Galiba biz pozitif düşünmeyle pozitif psikolojiyi biraz birbirine karıştırdık.

Bazı kavramları netleştirerek başlamak iyi olabilir. İlk olarak pozitif psikoloji bir ‘olumlu düşünme sanatı’ değildir. Pozitif psikoloji, bireylerin ve toplumların gelişmesi için güçlü yanlarının ne olduğunu ve bunları nasıl açığa çıkarılabileceğini araştıran bilimsel bir çalışma alanıdır. Bu doğrultuda, bireylerin ve toplumların daha iyiye gidebilmeleri ve yaşamı daha anlamlı kılabilmeleri için mutluluğu ve keyfi nelerin artırdığını anlamaya çalışır. Bu nedenle de bireylerin ve toplumların mutluluğunda etkili olan yaratıcılık, dayanıklılık, iş etiği, liderlik, takım çalışması, adalet, sevme ve çalışma kapasitesi, öz-denetim ve sorumluluk gibi kavramları ele alır, araştırır. Bunu yaparken de deneye ve tekrar edilebilir çalışmalara dayanır. Pozitif psikoloji, olumlu düşünebilmenin pek çok faydaları olduğunu vurgulamakla beraber, olumsuzu ya da gerçekçi bakış açısının gerekliliğini de savunur. Özetle, olumu düşün, olumlu şeyler olsun demez. Olumsuz duyguları bir yana atmak ve yerine olumlu duyguları koymak gibi bir iddiası yoktur. Aksine dayanıklılık çalışmalarının temeline olumlu, olumsuz diye ayırmadan, duyguların, düşüncelerin ve davranışların farkına varmayı sağlar, ‘farkındalığı’ ortaya koyar.

İşte bu noktada, duyguları iyi ya da kötü diye ayırmadan işlevlerini tanımanın ve onların farkında olmanın önemi çıkar karşımıza. Aslında belki de yanlış olan hissettiğimiz duygu değildir. Hiç tahmin etmediğiniz birisi canınızı yaktığında hayal kırıklığına uğramak, aşırı iş yükü ile yüklendiğinizde kaygılanmak, kalabalık içinde zor durumda kaldığımızda bir parça utanmak, birileri sınırlarımızı fazlaca aştığında sinirlenmek çok doğal değil mi? Belki de asıl zorlayıcı olan o yoğun güçlü duygularla ne yapacağımızı bilememektir. Çünkü her ne kadar yaşarken birbirine karıştırsak da bir duyguyu hissetmekle ve o duyguyla nasıl baş edeceğimiz birbirinden farklı şeylerdir. Örneğin iş yerinde müdürünüzün hak ettiğiniz değeri vermediğini düşünüp ona kızmakta çok haklı olabilirsiniz. Bu durumda verilecek tepkilerden birisi ‘öfkelendiğimde işime olumsuz yansır’ diyerek kızgınlığımızı bir yana bırakmak olabilir. Eğer bu bir tekil örnekse bu davranış şekli işe yarayabilir ancak eğer bu durum tekrar eden bir örüntü ise zaman içerisinde işin rengi değişebilir. Başka bir deyişle, bir duyguyu hissederken, hissetmiyormuş gibi yapmak hem hiç kolay değildir hem de başlarda daha iyi hissettirse de, ilerleyen zamanlarda hissettiklerimiz ve davranışlarımız arasındaki fark açıldıkça işin rengi değişir. Zaman içerisinde görmezden gelinen, biriken kızgınlıklarla baş etmek oldukça güçleşebilir ve başta ‘hakkımız’ olan kızmak, zaman içerisinde tolere etmekte zorlandığımız gerçekten de zor bir duyguya dönüşebilir. Başka bir örnekle, kimi zaman en yakınımızdakiler o kadar canımızı yakar, o kadar hayal kırıklığına uğrar, öyle üzülürüz ki; ne yapacağımızı bilemez ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışırız; ama bu pek de işe yaramaz çünkü gerçekten de bir şeyler olmuştur. Ya da bazen öyle zor olur ki; o üzüntüyle ya da kızgınlıkla o ilişkiye devam etmek istemez, kendimizi geri çeker, uzaklaşırız o ilişkiden. Hatta bazen o kişiyi artık sevmediğimizi bile düşünürüz ama neden hala kötü hissettiğimizi anlamlandıramayız. Hatta bazen o kadar zorlayıcıdır ki bu durum, hiçbir şey hissetmiyor gibi oluruz, sanki duygularımız dolmuştur. Oysa öfke ya da üzüntü kötü değildir ve sevgiyle bir arada bulunabilir, yani çok sevdiğimiz birisine aynı zamanda çok kızgın ya da kırgın olabiliriz. Önemli olan bu duygularla ne yapacağımız. Buna karar verirken baş etme becerilerimize bakmak; onları geliştirmek, geliştirmek için ise duygularımızı fark etmek, anlamak ve kabul etmek gerekir.

Sonuç olarak psikolojinin neresinden bakarsak bakalım sanırım en temelde farkındalık yatıyor, olumlu ya da olumsuz demeden duyguların farkına varmak ve onların bize neler söylediğini duymak… Sonrasında ona uygun dışavurum yolları, davranışlar geliştirmek çok daha hızlı geliyor.