Okula Uyum Haftasında Duygular
Okula yeni başlayan çocuklar belki de ilk defa anne babasının yanında olmadığı bir sosyal ortama katılacaklar. Üstelik bu sosyal ortam...
Devamını oku ->Aile ve Çift Terapisti Gaye Avşar Arıkdal
Yapılan araştırmalar anne-çocuk ilişkisinin yaşamsal önemi olduğunu göstermektedir.
Bir annenin çocuğunu büyütürken yaptığı hangi yanlışlar ve doyurmadığı hangi duygusal gereksinimler, o çocuğun kendi yetişkinlik ve evlilik ilişkisinde sıkıntısını yaşayacağı davranışlar olarak kendini gösterir?
Bu yazıda;
*yaşamlarında onları çocuktan ayrı bırakan zorluklar yaşayan,
*çocuğa aşırı kötü davranan, aşırı denetleyen, aşırı mükemmeliyetçi olan,
*aşırı tepkisel davranıp, çocuğu korkutarak özgürce duygu ve düşünce paylaşımını engelleyen,
*çocuğuyla ilgilenmeyerek güvensizlik yaratan annelerin çocuklarının, yetişkin hayatlarında yaşayabilecekleri yakınlık korkusunun evliliklerindeki olası yansımalarından bahsedeceğiz.
Bazen bir annenin kişiliğinden, hayat arkadaşı ve çocuğunun babası olarak seçtiği kişinin davranışlarından ya da hayatın anneye ve dolayısı ile çocuğa getirdiği olumsuzluklardan dolayı o annenin çocuğu, ileri yaşlarda kuracağı eş ilişkileri için gerekli olan yakınlığı annesiyle kuramaz ve gelecekte o yakınlığı eşine de hissedemez.
Yani çocuğa yakınlığı anne öğretir ve yaşatır. Çocuk da bu beceriyi yetişkinliğinde eşine ve çocuğuna gösterir ve yaşatır.
Nedir bu anne-çocuk arasında yakınlığı kuracak ve besleyecek davranışlar? “Anne Faktörü”adlı kitaplarında yazar Cloud ve Townsend aşağıdaki 5 faktörü ortaya koymuşlar:
Güvende olmak: Bir annenin bebeğinin doğumundan itibaren normal günlük yaşam ya da kriz durumlarında çocuğa karşı sakin, sevecen, tutarlı, yumuşak ve anlayışlı yaklaşımı çocuğa güven verir. Yani, tehlikelerle, bilinmeyenle dolu olan dünyayı çocuk için güvenli bir yere dönüştürür.
Bakım: Annenin sıcak ve sevecen teni ile çocuğuna dokunarak, onun yemek, temizlik gibi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılaması çocuğa değerli ve sevilen olduğunu hissettirir.
Başkasına güvenmek: Güvenmek öğrenilir. Karşımızdaki kişileri iyi şeylerin kaynağı olarak görme, onlara bağlanma ve gereksinim duyma demektir. Bir kişiye güvendiğimizde kendimizden bir şeyler veririz ve karşılığını bekleriz. Yeterli duygusal donanıma sahip bir annemiz varsa ona benliğimizi ve kalbimizi veririz. Ondan aldığımız karşılıkla başkaları ile ilişkilerimize yatırım yaparız. Sağlıklı bir ilişkide gereksinim duyma, bunu ifade etme ve bağlı olmanın rahatlığına ihtiyacımız olur. Ruh sağlığı yerinde olan kişiler gereksinim duymada kendilerini kısıtlamazlar ve hiç korku duymadan başkalarına bağlanırlar.
Ait olma: İnsan olmanın temel taşlarındandır ait olma. Dış dünya ile kurduğumuz bu ilk ilişkide istendiğimizi hissetmek, güven duymak ve kendimizi değerli görmek, duygusal olarak nefes alıp vermeye benzetebileceğimiz ait olmaya dönüşür. Büyüdükçe girdiğimiz ortamlarda kolaylıkla ilişki kurabiliriz ve ait olup olmama düşüncesi aklımıza gelmez bile.
Sevecek biri: Çocukken, sevilmeye olduğu kadar sevmeye de gereksinim duyarız. Anne çocuğa sevgi nesnesi olarak kendisini verir. Sevgi içimizi doldurur. Yaşama umutla, iyimserlikle bakarız. İnsanları sevmek temel bir gereksinimdir. Bunun için de yakınımızda sevilecek bir kişi olması gerekir. Anne ya da bize annelik görevi yapan kişi sevilecek biri ise onu severiz. Eğer değilse, ya ondan ayrı kalmanın acısını çeker ya da ondan nefret ederiz.
Yaşımız ilerledikçe çocukluk çağı biter ve ergenlik, gençlik dönemimize gireriz. Okul hayatı, aldığımız mesleki eğitimler, iş yaşamındaki tecrübelerimiz, gelişen arkadaş çevremizle beraber sosyalliğin ve bilinçli insan olmanın kurallarını içselleştiririz. Aklımıza yatan, gönlümüzü dolduran bir kişi ile hayatımızı birleştiririz. Yetişkinler dünyasındayızdır artık. Çekirdek ailemizin sorumluluklarını üstleniriz. Annemizle yaşadıklarımız çok arkada kalmıştır. Duygusal savunma mekanizmalarımızla kalp kırıklıklarımızı, olumsuz hatıralarımızı gömer, unuturuz. Ya da sıkıntımızın farkında olsak bile medeni insanlar gibi davranır, sosyal ortamda idare ederiz.
Bununla beraber, yıllar geçip eşe olan bağlılık arttıkça, geçmişten kaynaklanan, çözüme ulaşmamış artık duygular yüzeye çıkmaya başlayabilir;
Çift sorunları baş gösterir. Diğer eş duygusal ilişkilerinin yüzeysel olduğundan, doyurucu olmadığından yakınır. Eşinin ilişkinin içinde ama duygusal anlamda kendisinden uzakta olduğunu hisseder.
Eşlerden biri, diğeri değişmediği halde, hayat arkadaşına hissettiği sıcak ve sevecen duyguları kaybetmeye, ona kızgınlığını öfke patlamalarıyla göstermeye başlayabilir. Anneye karşı duyulan kızgınlık, anne tarafından hükmedilme, denetlenme ve güvenilmeme duygusu bu kez eşe yönelir.
Bu kişiler dertli zamanlarında eşlerinden yardım istemek yerine içlerine kapanırlar.
Eşlerini kendilerinden uzak tutabilmek için düşmanca davranırlar. 0nlara güvenmezler. Yaklaşmaya çalışınca tepki verir, kavga ederler.
Ya da eşlerini, içlerinde hissettikleri boşluğu yepyeni ve harika bir dünyaya dönüştürebilecek bir prens ya da prenses olarak görürüler. Çoğunlukla onlarda anne sevgisini ararlar. Ne var ki, eş hiçbir zaman onların bu ulaşılamayacak beklentilerini yerine getiremez. Hayal kırıklıkları ilişki sorunları yaratır.
Günlük yaşamda, zamanında anneleriyle ilişkilerinden edinecekleri temel güven duygusunu almamışlarsa, risk almaktan kaçarlar, başarısızlık onları perişan eder, sorun çözemez ve eleştiriye katlanamazlar, suçluluk duygusundan kurtulamazlar.
Bazen de duygusal sorunlar oluşur. Yaşamının ilk yıllarında ilişki kurma duygusunu yaşamayan kişi, yetişkinlik dönemindeki bir önemli ilişki kaybı ile depresyona dönüşebilecek bir yoksunluk duygusu içinde yaşar.
Boşluk en dayanılmaz ruh durumlarından biridir. Seviliriz ve karşılığında severiz. Sevecek ve bağlanacak birinin olmaması çocukta yetişkinliğine kadar uzanacak bir boşluğun yerleşmesine neden olur. Sonuçta dolu olduğumuz hissini veren kendi sevgi duygumuzdur.
Bu bahsi geçen boşluk hissi ile başa çıkmanın bir başka yolu da yetişkinlikte görülen bağımlılıklardır. Evliliklerde çok büyük sıkıntı yaratan bu alkol ve madde bağımlılıklarının temelinde bir anne arayışı olasılığı da olduğundan bahsedilmektedir.
Bu kişilerde yargılama sıkıntıları da görülebilir. Yaşamlarının ilk dönemlerinde güven duygusunu yaşayamayan kişiler kuşkulu ve saplantılı olurlar. Güvensizdirler. Kendileri ve eşleri ile ilgili olumsuz düşünceleri vardır. Ya hiç sevenleri yoktur ya da onlar sevecek doğru dürüst birini bulamamışlardır. Bazen kişiler gerçekle, gerçek olmayanı ayırma becerisini kaybettiğinde düşünme-yargılama sorunlarının en uç noktası olan psikoz ortaya çıkabilir.
Küçük bir çocuğu üzülünce rahatlatacak tek şey sevgi dolu annesinin ona verdiği güvendir. Her üzüldüğünde yenilenen güven duygusuyla acılarının biteceğini bekler. Bu umuttur. Çocuk acı çektiğinde onu kurtaracak annesinin onu rahatlatacak varlığını hissedemediğinde, umut etmeyi de öğrenemez. Sanki sabah olmayacakmış gibi hisseder. Umutsuzluk hissi ile karşıladığı günlük yaşamı tüm evliliğini etkiler.
Çocukluk döneminde kurulan anne-çocuk ilişkisinin yetişkin hayatında etkilediği son faktör de yaşamda bulduğumuz anlamdır. Yaşamın gerçek anlamı başkalarını sevmek ve ilişki kurmaktır. İlişki kuracağımız bir anneden ve onunla kurmamız beklenen iyi bir ilişkiden yoksunsak, eşimize sevgimizi nasıl iletebileceğimizi bilemeyiz, karşılığında almamız beklenen sevgiyi de algılayamayız. Bunun sonucunda yaşamın anlamını kaybederiz. İlişkilerimizde bulamadığımız anlamı işimizde başarıda ve maddi şeylerde bulmaya çalışırız. Bu durumun evliliklerimize yansıması da oldukça olumsuz olur.
Evlilik terapistleri olarak bireyin çift ilişkisine taşıdığı temel konulara karşı olabildiğince dikkatli davranır, eğer gerekirse bu tema ile çiftin dengesini göz ardı etmeden bireysel seanslarda ilgileniriz.