Gerçek Sınırlar Beynimizdedir
Gerçekte sınırlar beynimizdedir. "İmkansız sadece bizim imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir."...
Devamını oku ->Psk. Danışman Gaye Avşar
Aile terapisinin Amerika’da uygulanmaya başladığı 1940’lardan beri bu alan Ortadoğu ve Avrupa’da da kendine çok sayıda teorisyen ve uygulamacı bulmuştur. 2. Dünya Savaşı’nın sonucunda birbirinden ayrı düşen aile bireyleri, içinde yaşayan ailelerin tamamen dağılarak yok olduğu Yahudi doğu Avrupa köyleri, toplumun en küçük birimi ailenin tedavi edilmesi mecburiyetini ortaya çıkarmış ve aile terapisi uygulama alanının Ortadoğu’da yoğun olarak kullanılmasına yol açmıştır. Zamanla bu bölgede etkinliğini arttırmıştır.
Bu alanda çalışan terapistlerin bir kısmı psikoterapideki birleştirilmiş yaklaşımlara bir katkıda bulunarak, psikodinamik ve davranışçı terapi elemanlarının sentezini yapmışlardır. Bir İran’lı olan Peseschkian da dinamik süreçlerde danışanın direnciyle karşılaşmaktan kaçınarak şiire, atasözlerine, doğu masallarına ve mitlere göndermeler yapar ve ailede davranış değişikliğine duygusal ve zihinsel ortam hazırlar. Yani doğu hikayelerini hem kaynak, hem iletişim aracı hem de psikoterapötik müdahale olarak kullanır. Aşağıdaki hikayeyi de pozitif süreci danışanlarına anlaşılabilir kılmak için kullanmaktadır:
RÜYA
Ortadoğu’da kralın biri ürkütücü bir rüya görür. Rüyasında bütün dişleri birbiri ardına dökülmektedir. Rüyası yüzünden çok üzgündür ve rüya yorumcusunu çağırtır. Adam kralın rüyasını büyük bir dikkatle dinler ve konuşur. “ Majesteleri size kötü haberlerim var. Rüyanızda dişlerinizi kaybettiğiniz gibi, gerçek yaşamda da tüm ailenizi birbiri ardına kaybedeceksiniz.” Bu üzücü yorum kralın öfkesini körükler. Söyleyecek başka bir şeyi olmayan rüya yorumcusu kralın emriyle zindana atılır. Sonra kral başka bir rüya yorumcusu çağırtır. Bu yorumcu da rüyayı dinler ve der ki, “majesteleri, size iyi haberlerim var. Bütün aile bireyleri arasında en yaşlısı siz olacaksınız. Hepsinden daha uzun yaşayacaksınız.” Kral sevinir ve yorumundan ötürü adamı ödüllendirir. Fakat kralın adamları çok şaşırmıştır. Adama, “Senin söylediklerin bir önceki adamdan daha farklı değildi. Neden sen ödüllendirilirken o cezalandırıldı?” diye sorarlar. Şanslı rüya yorumcusu yanıtlar, “Haklısınız, ikimizde aynı rüyayı yorumladık. Ama önemli olan ne söylediğin değil, nasıl söylediğindir.”
Aile terapisti danışan ailenin sorunlarına odaklanmayı planladığında, aşağıdaki fil hikayesi ile bireyleri sorunlarına çok yönlü bakma becerisine hazırlayabilir.
FİL
“Bir fil gece, karanlık bir odada teşhir edilir. Bakmak için insanlar toplanır. Karanlık olduğu için ziyaretçiler fili görememektedir. Dokunarak fil hakkında bir fikir sahibi olmaya çalışırlar. Fakat fil çok büyük olduğu için ziyaretçilerin her biri hayvanın sadece bir bölümüne dokunup hissettiklerini söyleyebilmektedir. Filin gövdesine dokunanlardan biri onun kalın bir sütuna benzediğini söyler. Filin dişlerine dokunan bir diğeri hayvanı sivri ve sert bir şey olarak tarif eder. Kulağına dokunan bir üçüncüsü ise filin yelpazeye benzediğini söyler. Hayvanın sırtını okşayan bir dördüncüsü ise, filin bir yatak gibi olduğunda ısrarlıdır.” –Mevlana-
Ailede kayınvalide-gelin ilişkilerinde farkındalık yaratması beklenen bir hikaye de şudur:
DAMDA UYKU
“Bir yaz gecesi aile üyeleri damda uyumaktadır. Anne, oğlu ve hiç sevmediği gelininin birbirlerine sarılarak uyuduğunu esefle fark eder. Bu manzaraya daha fazla dayanamaz ve onları uyandırıp bağırır; “Bu sıcakta nasıl bu kadar yakın uyuyabiliyorsunuz? Yaptığınız çok sağlıksız ve tehlikeli.” Damın öteki köşesinde de çok sevdiği kızı ve damadı uyumaktadır. Birbirlerine sırtları dönük yatmaktadırlar. Anne onları usulca uyandırıp der ki; Canlarım, bu serin havada nasıl böyle ayrı yatabiliyorsunuz? Neden birbirinizi ısıtmıyorsunuz?” Gelin bu sözleri işitir. Ayağa kalkar ve dua edercesine yüksek sesle şöyle der, “Allah’ım sen ne büyüksün. Bir damda bile bu kadar değişik iklim yaratabildin.”
Aile terapisi sürecinde terapist gerekli bulduğunda bireyleri harekete cesaretlendirmek için şu hikayeyi anlatır:
KAPI
Bir kral önemli bir görev için maiyetini imtihan eder. Güçlü ve zeki adamlar kralın etrafında toplanırlar. “Siz bilge adamlar” der kral, “bir sorunum var ve hanginiz bunu çözebilecek durumdasınız bunu görmek istiyorum.” Adamları bugüne kadar kimsenin görmediği kadar büyük bir kapının önüne getirir. Kral açıklar. “İşte krallığımdaki en büyük ve en ağır kapı. Bunu aranızdan kim açabilir?” Adamlardan bazıları yalnızca kafalarını sallarlar. Bilge kişilerden sayılan diğerleri kapıya daha yakından bakarlar ama açamayacaklarını kabul ederler. Bilgeler bunu söyleyince maiyetin geri kalanları da bunun çözülmesi çok zor bir problem olduğunu kabul ederler. Sadece vezirlerden biri kapıya gider. Kapıyı elleri ve gözleriyle yoklar. Kıpırdatmak için bir çokyol dener ve sonunda kuvvetle iter. Ve kapı açılır. Çünkü kapı sadece hafif aralık bırakılmış, tamamen kapatılmamıştır. Açmak için bunu fark edebilecek isteklilikten ve yürekli davranmaktan başka şeye gerek yoktur. Kral konuşur: “Sadece görüp duyduklarıyla yetinmeyip, kendi gücünü ortaya koyarak denemeyi göze aldığın için maiyetimdeki yerini alacaksın.”
Son olarak sizle ailede ortak çıkarlar için işbirliğini anlatan Peygamber ve uzun kaşıklar hikayesini paylaşmak istiyorum.
PEYGAMBER VE UZUN KAŞIKLAR
Dini inançlarına bağlı biri İlyas peygamberi ziyarete gitti. Cennet ve cehennemle ilgili sorular onu harekete geçirmişti, hayatını bu kavramlara uygun olarak yaşamak istiyordu. “Cennet nerede? Cehennem nerede?” Bu sözleri söyledikten sonra peygambere yaklaştı ama İlyas ona cevap vermedi. Adamın elini tuttu ve onu karanlık geçitlerden sürükleyerek bir saraya götürdü. Demir bir kapıdan geçerek zengin ve fakir, kimisi partallar, kimisi mücevherler içerisinde insanlarla dolu büyük bir salona girdiler. Salonun ortasında ateş üzerinde büyük bir kazanda “aş” denilen çorba duruyordu. Kaynayan tencereden bütün odaya nefis bir koku yayılıyordu. Kazanın etrafındaki avurtları çökmüş, boş gözlerle bakan kalabalık hakkını alabilmek için itişip duruyordu. İlyas’ın yanındaki adam insanların elindeki kaşıkları görünce çok şaşırdı. Çünkü kaşıklar neredeyse onları taşıyanlar kadar büyüktü. Kaşıklar çorbanın sıcaklığından beyazlamış demir bir kaseden ibaretti ve uçlarında uzun tahta sapları vardı. Aç insanlar hırsla kazana bakıyordu. Herkes kendi hakkını almak istediği halde, kimse alamıyordu. Ağır kaşığı kazandan çıkarmak çok zordu ve sapı çok uzun olduğu için en güçlü adamlar bile onları ağızlarına kadar kaldıramıyordu. En arsız olanlar kollarını, yüzlerini bile yaktılar ve çorbayı kazara komşularının üzerine döktüler. Birbirlerini azarlayarak kavga ettiler ve kaşıkları karınlarını doyurmak için kullanacaklarına onlarla birbirlerine vurmaya başladılar. İlyas Peygamber yanındaki adamın kolunu tuttu ve “İşte bu cehennem” dedi. Odadan çıktılar ve biraz sonra cehennemi çığlıkları arkalarında bıraktılar. Karanlık geçitlerde yaptıkları yolculuk sonunda değişik bir odaya girdiler. Burada etrafta oturan bir sürü insan vardı. Odanın ortasında yine bir kazan dolusu çorba vardı. Oradaki insanların her birisini elinde İlyas Peygamber ve adamın öteki salonda gördüğü aynı dev bir kaşık vardı. Ama buradaki insanlar iyi beslenmişti. Çorbaya giren kaşıkların çıkardığı sesin yanı sıra sadece memnun sakin bir mırıltı duyuluyordu. Daima iki kişi çalışıyordu. Birisi kaşığı daldırıp diğerini besliyor, kaşık bir kişi için çok ağırsa diğer iki kişi yardım ediyor, böylece herkes barış içinde karnını doyurabiliyordu. Biri doyardoymaz diğerine sıra geliyordu. İlyas peygamber yanındaki adama “Bu cennettir!” dedi.
Binlerce yıldır sözel geleneğin bir parçası olan bu hikaye yaşamın gerçek bir resmidir. Çekirdek ailelerde yaşanan problemlere baktığımızda gördüklerimizi sergiler. Ebeveynler arasındaki tartışmalar, çocukların kavgaları ve ana-babalarla çocuklar arasındaki güç savaşları. Aynı durumu bireyin çevresiyle ilişkisinde ve toplumlar ve insanlar arasındaki anlaşmazlıklarda da görebiliriz. Hikayedeki “cehennem” insanlar birbirlerine karşı veya salt kendileri için çalışırlarken var olur. Öte yandan “cennet” olumlu ilişkilerle işbirliği kurmaya gönüllüysek vardır. Her iki durumdaki kişiler cehennemdekiler olduğu kadar cennettekiler de aynı tarz problemlere sahiptir. Hayatlarının cennet mi cehennem mi olacağını bu problemleri çözmek için hangi yöntemleri kullandıkları belirler.
Kaynak: Nossrat PESESCHKIAN, Pozitif Aile Terapisi (1999)